Taraf

26 Agustos, 2010
Erkan Doganay


ATA’NIN DEVLETİ

Türkiye’de Atatürk heykellerinin cumhuriyetin kuruluşundan beri üstlendiği görsel imaj sistemin gücü ve devamının temsili gibi durmaktadır. Meydanlarda, okul bahçeleri, koridorları ve anaokulundan üniversiteye dek her sınıf, amfi, işlik ya da atölyede, her türden devlet kurumu, özel sektörde (büyük-küçük ölçekli şirket, holding ya da küçük mahalle bakkalında…) ev, araba gibi pek çok yaşam alanında portre fotoğrafları ya da heykelleri ile karşılaşmak mümkün. Türkiye’nin görsel ideolojisini tekeline alan ve genel algımızla yalnızca kudretini gördüğümüz Atatürk imajı acaba bu imajla yaşayanlar ya da karşılaşmak zorunda kalanlar için ne ifade etmektedir. Şikayet nedeni ya da şikayet etmek için gidilen; sığınılan, ağlama duvarına dönüştürülen; yaldızlanan ya da bazen üzerine siyah boya fırlatılan, teşekkürle de bedduayla da anılan, tartıştırılmayan ama tartışılan, sevilen ama aynı zaman da korkulan; kabrinden geri çağırılan, adı çocuklara koyulan, orduyla rejimle adı yan yana anılan, hatta alacaklı bir heykeltıraşın protesto için Ankara’nın göbeğine anıtını diktiği Atatürk imajının zihinlerdeki karşılığının ne anlama geldiğine dair ara ara tartışmalar yaşansa da konu üzerine ciddi araştırmalar henüz yapılmış değil. İşte tam da böylesi bir alanda geniş çaplı bir araştırma kitabı olarak fikir verebilecek, on iki yılda hazırlanmış “Ata’nın Devleti” adlı kitap çalışması Amerika’dan sonra Türkiye’de de satışa sunuldu. Atatürk'ün imajı bugün Batı'lılaşmanın bir sembolü ve İslamcı bir politikanın karşıtı olarak görülüyorsa da, görsel sanatlar alanında çalışan biri Amerikalı öteki Türk iki sanatçı, Mike Mandel ve Chantal Zakari, on iki sene boyunca konuyla ilgili çalışarak, bu karmaşık ilişkiyi bu kitapta işlediler. Mandel ve Zakari ile buluştum ve “Ata’nın Devleti” ile ilgili sorularımı Taraf Gazetesi için yanıtladırlar.

>> Atatürk imajı üzerine çalışmanız pek çok alanla ilişkilendirileceği gibi happenings gibi de algılanabilmekte.. Fikrin başlangıcına dönersek başından beri nasıl bir rota izlemeyi planlıyordunuz ve “Ata’nın Devleti” adlı kitap çalışmanız yolculuğunuzu yeterince aktarabiliyor mu?
Öncelikle sunu belirtmeliyiz ki biz başından beri Atatürk'ün biyografisini veya portresini çizmeye çalışmadık. Belli bir ideoloji ile de bu çalışmaya girişmedik. Bizim ilgimizi çeken bu imgenin halk içinde nasıl kullanıldığını görmek ve buna dayanarak bir sanat çalışması yapmaktı. Amaçlarımızdan bir tanesi, dokümanter fotoğraflar çekmekti. 1997 yılında çalışmaya başladığımızda Atatürk'ün fotoğrafı Türkiye’nin her yerinde, her şekilde görülüyordu. Bu imgenin bugün yaygın olduğunu ve yarın obur gün bu kadar yaygın olmama olasılığı bize dokümanter fotoğraf çekmenin önemini hatırlattı. Fakat dokümantasyon bizi tek ilgilendiren konu değildi. Bazı sanat olayları (happenings) yaratmak, kendi kompozisyonlarımızı da çizmek istedik. Fluxus sanatçıları bizim için büyük önem taşır. Bundan başka Sophie Calle'ın çalışmaları, Jim Goldberg, Bill Burke, Susan Meiselas, Larry Sultan gibi sanatçıların yaptıkları yazı ile fotoğrafçılığı birleştirmek, yeni bir anlatım yaratmak ve bu imgeye başka açılardan bakabilmek istedik. Çalışmalarımızda halk ile dialog kurduk. Arşivleri dolaştık, akademisyenler ile konuştuk ve sokaktan gecenler ile de ilişki kurabilmeyi istedik. Aslında basından beri bir kitap çalışması yapmak istediğimizi biliyorduk. Film yönetmeni olsaydık belki bir film yapardık, fakat bizim çalışma seklimiz yazı ve resmi birleştirmek olduğundan buna en uygun form bizim için sanat kitabıdır.

>> Kutsala dokunmak haliyle bu kapalılığa alışkın olanlarca yadırganacak, cevaplanmayacak bir sorunu da işaret etmekte, bu açıdan da çalışmanızın zorlayıcı tarafları oldu mu?
Bu imgenin kutsal olduğunun farkındaydık. Fakat kutsal imgeler hakkında da konuşabilmemiz ve bunları tahlil edebilmemiz gerek. Aslında bizim çalışmamız, Atatürk’ün kendisi hakkında değil de halkın onun resmini nasıl kullandığıyla ilgili olduğundan, sanat çalışmamız Türk halkına yönelikti. Mesela çok ilginç durumlar ile karşı karşıya geldik: Şişli’de yol üstünde duran heykelin resmini çekmemiz için özel bir izine ihtiyacımız olduğunu söyleyen bir polis ile karsılaştık. Aslında bu başımıza bir kaç defa geldi, kamusal bir alanda olan heykelin resmini çekmek için niçin izine ihtiyaç olsun ki? Fakat kısa bir zamanda bunun bir çözümünü bulduk: polis, jandarma veya oradaki görevliyi de kareye kattığımız zaman aramızda daha insancıl bir ilişki kurulduğundan heykelin fotoğrafını çekmekte hiç güçlük çekmedik.

>> 1997 yılında provakatif bir eylem yaptığınız yazıldı çizildi. O günden bugüne ( toplumda, medyada vs.) ne gibi algı değişiklikleri oldu sizce? Ya da olmuştur.
Çalışmamız ideolojik bir çalışma değil. Yani belli bir amaç, propaganda mesajı ile yola çıkmadık. Biz biri Türk ötekisi Amerikalı iki sanatçıyız. Ve çoğu sanatçılar gibi toplum hakkında, insanlar hakkında ki merakımızı gideriyoruz. Yani projeye bir soruşturma isteğiyle giriştik. Kitaptaki 12 mülakatı bir ritm yaratmak için sembolik duraksama noktaları olarak kullandık. Türbanlı feministler, akademisyenler, tarihçiler, genç ülkücü, heykeltraslar vs. hepsinin Atatürk simgesiyle olan iliksileri değişik. Atatürk’ü Kurtuluş Savaşı’nın simgesi olarak görmek herkeste saygı uyandırıyor, onu bir devrimci olarak görmek veya daha sonra onu ideolojik bir simge olarak görmek ise, daha anlaşılması güç bir durum. Biz bu karmaşıklığı ilginç buluyoruz. Mesela, ABD'de "devletin babaları" diye tanımladıkları 10-12 kişi var. Hepsinin sembolik anlamı değişik. Washington, ilk başkan ama Jefforson ilk düşünür. Lincoln, iç savaşı durduran ve bütünlüğü sağlayan kişi olarak görülüyor. Ama Türkiye'de tek sembol olduğundan durum daha karmaşık... Tarih ve mit kaynaşmış, bize yeni bir görsel dil vermiş. Her Türk bunu biliyor ve kendi hayatına uyguluyor.
Öğretmenim laik bir Türkiye'nin ne demek olduğunu bana küçük yaşta öğretti. Ayrıca, özellikle Ankara olayından sonra medya bana "Cumhuriyetin kızı" unvanını takti. Ve buna karşılık ben de çalışmamıza bir eşitlik getirmek amacıyla turban giyerek etrafı ve benim çevreye olan algimi gözlemlemek istedim. Kitapta bunun hakkındaki düşüncelerimi de yazdım.

>> Çalışmanız; çarpık, kirli, zorba, biçimsiz gibi sıfatların başlığı altında toplanabilecek önemli ayrıntıları Türkiye’nin heykel tarihi üzerinden yer yer okumayı gerektiriyor. Siz, Atatürk ve sembol meselesini araştırmanız sonucunda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uşak’ta bir hayli soyut olan bir Atatürk heykeli gördük. Uşaklıların bu heykeli beğenip beğenmediklerini merak ettik. Ama yoldan geçenlere bu soruyu sorduğumuzda herkes "biz Atatürk’ü çok severiz" diye cevaplandırdı. Kimse heykel hakkındaki fikirlerini bize söylemek istemedi. Sonradan öğrendiğimize göre aslında halk bu heykeli hiç sevmezmiş. Atatürk’ü at üstünde görmek isterlermiş. Ama yanlış anlaşılmasın diye, "heykeli sevmiyoruz" demekten kaçınıyorlarmış. Yani önce bu tabuyu kaldırmamız gerek ki bicime açık bir şekilde bakabilelim. Heykeltras arkadaşımız Ekin Erman bize kitabımızda Atatürk’ün boyutlarını nasıl değiştirdiğini anlattı. Boyutlarını değiştirmediği takdirde yaptığı heykelin beğenilmediğini ifade etti. Aslında toplum olarak bir kahramanın heykelinden neler beklediğimizi gözden geçirmek gerek. Maya Lin'in Vietnam şehitleri için yaptığı anıt, figüratif değil ama durumun önemini en iyi yansıtan anıtlardan biri... Çünkü belli bir komutan için yapılmış bir anıt değil, savaşa katılmış tüm askerler için yapılmış bir anıt... Bizim Atatürk heykellerimiz birkaç yıl önce yapılmış olsalar bile, 1930'lu yılların toplum sanatı estetiğini taşıyorlar. Bugün 21'inci asırda bir Atatürk heykelinin neye benzemesi gerektiğini düşünmemiz gerek; yoksa bu sanatımızın ilerlemediği anlamına gelir. Türk heykeltraslar çağdaş sanatta çok ilerlemiş. Fakat kamu sanatındaki bu değişikliği yalnız sanatçılar yapamaz. Heykelleri ısmarlayan belediyeler ve valilikler heykeltıraşların çağdaş sanat anlayışlarına daha çok önem vermeli...